Bu Blogda Ara

28 Nisan 2010 Çarşamba

TANZİMATIN İLANINDAN CUMHURİYETİN KURULMASINA KADAR TÜRK TASARIM TARİHİ


























TANZİMATIN İLANINDAN CUMHURİYETİN KURULMASINA KADAR
TÜRK TASARIM TARİHİNİN TEMELİ



“Tanzi¬mat”ın ilanı ile Osmanlı Devleti yepyeni bir döneme girdi. 1840’da sanayi açısın¬dan çok önemli fabrikalar kuruldu, bu fabrikalarda yep¬yeni ürünler hayata geçmeye başladı. Başta Eyüp’teki Feshane, Beykoz’daki deri, çini, cam, Hereke’deki dokuma ve halı fabrikaları, olmak üzere büyüklü küçüklü birçok sanayi girişimi gerçekleştirilmiştir. Bu arada 1844 yılında hazırlanan Fransız Patent Ka¬nunu, bir yıl sonra Osmanlı Devleti tarafından “İhtira Beratı” kanunu olarak kabul edildi.

1847 yılında, İstan¬bul’da “Sanayi Mektebi” açılır ve önemli bir adım atılır. Yeni oluşan yerli sanayide, yeni üretim kolları ortaya çıkarırken Osmanlı, Avrupa’daki sanayi sergilerine katılmaya başlar.1851 yılında Londra’da “Great Exhibition of the Work of Industry of All Nati¬ons” (Uluslararası Sanayi Sergisi) açılır ve Osmanlı devleti, geniş ürün yel¬pazesiyle sergiye katılır. Aynı yıllarda Zonguldak maden kömürü işletmeye açılmış, “Şirketi-i Hayriye” kurulmuş ve İzmir’de yabancı şirket ortaklığı ile karayolu yapılıp, paralı olarak kullanılma açıldı. 4 yıl sonra 1855’de, bu kez Paris’te “Exposition Universelle” sergisi açılmıştır. Osmanlı Devleti, kendi geleneksel üretim sisteminin ürünleri ve yeni gelişen sanayideki yaratıcı tasarım düşüncelerinin uluslararası rekabeti yakalaması amacıyla çok büyük bir katılım sağlamıştır.

1861 yılı ile Abdülaziz dönemi başlar. O yıl, Osmanlı Devleti’nde “Gedik”lerin, “Esnaf ve Sanatkâr Birlikleri”nin “sanat ve hizmet tekeli” kaldırılmıştı. Yüzlerce yıldan bu yana İmparatorlukta gerçekleştirilen üretimin kalitesini, tasarımını ve fiyat dengelerini yönlendirebilen ve denetleyebilen sistem artık yoktur. Bu hiç kuşkusuz sanayileşme hareketi içinde çok önemli sonuçlar verecek bir karardı. Ama ne kadar ilginçtir ki, genel olarak “Sanayi Devrimi”nin koşullarına uyum yapmasının kolay olmadığına karar verilen bu eski Gedik sisteminin en başarılı ürünleri, aynı tarihlerde Avrupa’da açılan uluslararası sanayi fuarlarında madalyalar almaktaydı.

Ülkede sanayinin geliştirilmesi yönünde başlatılan bütün bu girişimler arasında, 1862 yılında İngiltere’de açılan fuarın hemen ardından, 1863’de İstanbul’da ilk büyük sanayi sergisi açılır. “Sergi-i Umumi-i Osmanî” sergisiyle Osmanlı, tasarım ve üretim alanında Avrupa’da büyük bir sükse gerçekleştirmiştir. Sultanahmet meydanında düzenlenen ilk sanayi sergimizin, pratik sonuçlarından birisi, ülkede ilk kez, Niş, Ruscuk, Sofya, Selanik, Şam’daki “Sanayi Mektepleri”nin açılması olmuştur. Ayrıca “Islah-ı Sanayi Komisyonu” kurulmuş ve bunun uzantısı olarak ilk şirketler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönem içinde ilk posta pulu basılmıştır.

1867 yılında Sultan Abdülaziz 47 gün süren Avrupa gezisine çıkmıştır. Bu gezinin ilk durağı ise Fransız İmparatoru III. Napolyon’un özel daveti nedeniyle “1867 Paris Uluslararası Sergisi” olmuştur.

Paris Sergisi 687.000 metrekarelik bir alanı kaplamaktaydı. 14.000 metrekarelik salonda orkestranın çaldığı “Osmanlı Marşı” ile başlayan törende aralarında bütün Avrupa hanedanlarının da yer aldığı 20.000 kişi katılmıştı. Sergiye ve törene Osmanlı çok geniş bir katılım ile yetkili ve ilgili kişileri derinden etkilemiştir. Aynı gezinin devamı olarak İngiltere’ye gidilmiştir. Kraliçe Victoria tarafından özel ilgiyle karşılanan ve titizlikle ağırlanan Abdülaziz ve heyeti, sanayi tesislerini ayrıntılı olarak incelemiştir. Daha sonra Liege, Koblenz, Viyana, Peşte, Vidin üzerinden 47 günlük gezi tamamlanarak İstan¬bul’a dönülmüştür.

Bu gezi, Batı sanayisinin gerçek boyutlarını en yet¬kili kişiler tarafından doğrudan görülmesi açısından çok önemli olmuş ve etkileri kısa sürede görülmeye başlamıştır. Aynı yıllarda İzmir-Aydın, Haydarpaşa-İzmit Tren yolu Şirketi, Havagazı Şirketi, Osmanlı Bankası kurulur. Posta ve Telgraf Nezare¬ti, İstanbul Tüneli, Tramvay hizmete açılır, Türkçe işaretlerle telgrafın kullanımı başlar.

1873 yılında “Weltausstellung Wien (Viyana Dünya Sergisi)”e katılan Osmanlı Devleti, sergi nedeniyle “Elbise-i Osmaniye (Osmanlı Giysileri)” kitabı, bir¬kaç yıl sonra kurulacak “Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi”ne müdür olarak atanan Osman Hamdi Bey’e hazırlatılmıştır. Osmanlı Devleti bir yıl sonra yine Londra’daki ser¬giye katılır.

1876 yılında II. Abdülhamit dönemi başlar. Aynı yıl “Anadolu’da bağımsız ve milli bir sanayi yaratılması için sanayi mekteplerinin teşviki”ne dair karar alınır. Bu karardan iki yıl sonra Osmanlı devleti yeni sanayi ürünleriyle Paris’te düzenlenen “Exposition Uni¬verselle”ye katılır.

1883 yılında “Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi” kurulur. En yüksek düzeyde eğitim veren bu oku¬lun görevlerinden birisi, ülkedeki geleneklerin çağdaş anlamda sanat ve sanayi düşüncelerinin ışığında geliş¬tirilmesidir. Artık ülkedeki yeni sanayi hareket¬lerinin, kuruluşlarının ürünleri için tasarım sorununu çözme zamanı gelmişti. Bu okulla birlikte mimari, dekorasyon, sanat ve sanayi ürünleri konularında gereken yaratıcı kadro yeniden oluşmaya başladı. Aynı yıl sanayi haklarının korunması için “Paris Sözleşmesi” imzalandı.

Bu dönemde Yıldız Sarayı batılılaşma hareketinin etkisiyle kurulur. 1890’da Yıldız Sarayı’nin bünyesinde, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin yardımı ile Yıldız çini fabrikası kurulur ve yeni tasarımlar, ürünler ortay çıkar. Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı ve diğer saraylar, ürünleriyle Türk tasarım ve sanayi tarihinin gerçek mirasları olarak büyük önem taşımaktadırlar. Bu yapılar, Osmanlı Devleti’nde, Batı’da¬ki sanayi devrimi düşünceleri ve ürünleriyle ilk ve güçlü karşılaşmaların yaşandığı yıllarda yapılmıştır. Bu yapılar
Ülkede yaratılan yeni sanayi için bir an¬lamda “uluslararası teknoloji ve tasarım showroom”u olarak sanayi ürünlerinin ve tasarımlarının izlenebilmesi açısından önemli rol oynamışlardır.

Bugün TBMM Milli Saraylar tarafından titizlikle korunan bu saraylar, köşkler ve kasırlar mimari üslupları, iç mekân tasarımları ve barındırdıkları sanat-sanayi ürünle¬riyle 150 yıldan bugüne “sana¬yi-tasarım” ilişkilerinin gerçek izleri olarak çok büyük önem taşımaktadır.

1890’da II. Abdülhamit devrinde Sirkeci Garı inşası tamamlanır. Alman Mimar August Jachmund tarafından tasarlanan gar binasına Paris'ten kalkan Şark Ekspresi uzun yıllar yolcu taşır.

1900’de döküm çeşmeler yapılmaya başlanır ve ilk büro ve mobilya mağazaları kurulur. Ayrıca bilyeli şişe tasarımına ve üretimine başlanmıştır.1911’de Osmanlı Torino sergisine katılır.

1912‘de Galata Köprüsü inşa edilir. Galata Köprüsü’nün kurulması için ilk girişim, II. Beyazıt döneminde Leonardo da Vinci tarafından gerçekleştirilir. Leonardo da Vinci padişahla temasa geçerek Haliç’in iki yakasını birbirine bağlayacak olan bir köprü tasarımı sunar. Ancak bu proje gerçekleştirilmesi teknik olarak imkânsız olarak görülür ve padişah tarafından reddedilir.

İlk Galata Köprüsü 1845 yılında, Sultan Abdülmecid zamanında annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan tarafından yaptırılır. 1863, 1875 ve 1912 yıllarında yenilenen Galata Köprüsü, 1992'de yanar ve onarıldıktan sonra Balat-Hasköy arasına yerleştirilir. Günümüzde tarihi köprü İstanbul Tasarım Haftası’na ev sahipliği yapmaktadır.

1914 ‘de sanayi dergisi ilk sayısını çıkarır ve sanayi ile ilgili şiirler yazılmaya başlanır.


TÜRK TASARIM TARİHİNE GENEL BİR BAKIŞ

Türkiye’de endüstri ve tasarım kimliği 1920-1930’larda oluşmaya başlamıştır. Zanaat değerleriyle makine üretiminin uzlaşması, anlamlı yeni bir estetiğin oluşturulması için düşünsel çalışmalar ve deneysel uygulamalar uzun bir zaman dilimine yayılmıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yeniden oluşum sürecinde, tasarıma rastlamak olası değildir.
Bir yandan Batı kaynaklı sanat kuramlarına ve sosyal değerlere yönelinmiş, diğer yandan endüstriyel atılımın temelleri atılmıştır. Her şeyini ithal eden toplumdan, fabrikalarını kuran, tarımı çağdaşlaştıran, demiryollarını geliştiren, modern bir topluma geçilmiştir. Bu gelişmeler Cumhuriyet’in 10. yılı için çekilen “Türkiye’nin Kalbi Ankara” filminde hayranlık uyandırıcı bir şekilde yer almıştır.

O dönemde tasarım, üretim-pazarlama ortamında ilginç bir ikilem ortaya koymaktadır. Türk endüstrisi kendi içinde rekabet ortamı olmayan, ne yapsa satan bir nitelikteydi. İthal ettiği teknolojiyi bile yenileme gereksinimini duymamaktaydı. Bu nedenle tasarım, üretimin ve endüstrinin değişimini beklemek zorunda kaldı. Endüstri ve ticaret gelişmeli, rekabet ortamı doğmalı ve ürün çeşitliliği içinde özgün tasarım çalışmalarına açık bir ortam oluşmalıydı. Endüstri tasarımın değerini ve anlamını duyumsamalı ve tasarım bilincini edinmeliydi. Bu o dönem de tasarımın ortaya çıkması için izlenilmesi gereken bir süreçti.

Pareler zaman diliminde, üretim’de ve tasarım’da Akademik Kaynaklı Süreç başlamıştır. Mimarlık eğitimi tasarım olgusu ile bir bütün içindedir. Mimar, tasarladığı yapıyı pasif bir mekân kabuğu olarak değil, yaşamın öğelerini sarmalayan aktif bir tanımlayıcı olarak değerlendirir. Yapının kullanıcısı ile kurduğu ilişki tüm detayları da içeren bir bütün olmak durumundadır. Kullanıcının yaşam tarzını yorumlayan mimar, tasarımın etkinliğini ve etkenliğini, fiziksel olarak bütünleyen bir çerçeveye ulaştırma eğilimindedir.

Mimarlar yapıya olduğu kadar nesneye de duyarlı olarak yetişmekte, mimarlık eğitimi veren kurumlar mobilya ve diğer donatım öğelerinin tasarımı üzerine çalışmalar yapmaktaydı. Bu çalışmalar, günümüzde Türkiye’deki tasarım olgusunun tohumlarıdır.

1950’ler, üretim yöntemlerinin incelendiği ve denendiği çok sayıda mobilya ve iç mekân düzenleme çalışmasına tanıklık etmiştir. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde merkezlenen bir çevrede, çağdaş çizgilere sahip, yurtdışındaki kuramsal ve görsel değerlerden esinlenen ama özgün nitelikleri ile onlardan ayrılan ve hiçte onlardan geri kalmayan mobilya çalışmaları görülmektedir. Bu mobilyalar yalnızca tasarlamakla ve deneme üretimi ile sınırlı kalmamakta, atölye tabanlıda olsa seri üretilmekte ve pazarlanmaktaydı. Dolayısıyla tasarımın kullanıcı kitleye ulaşmasının ilk adımları atılmış ve toplum yeni ve özgün biçimsel değerlere açılmaya başlamıştır.

1950’lerdeki bu pratik 1960’larda da devam etmiştir. Mobilya ve diğer iç mekân donanım öğeleri, tasarımları ve iç mekân düzenleme projeleri giderek daha yaygın bir çevrede uygulanmıştır.

1970’lerde hem endüstri, hem akademik ortam yeni bir yapılanma dönemine girmiştir.1970’lerin başında Türkiye ilk endüstri tarsım yarışmasını yaşamıştır. Eczacıbaşı/Vitra grubu, Or-An yapı grubuyla ortak olarak bir seramik sağlık gereçleri yarışması düzenlemiş ve sonuçlar sergilerle topluma iletilmiştir. Yarışma hem akademik hem de uygulamacı kesimden yoğun ilgi görmüş, çağdaş bilinçle donanmaya başlayan belli bir endüstri kesiminde, özgün tasarım bilincinin oluşmaya başladığının topluma yansıyan ilk tanığı olmuştur. Böylesi bir endüstri kesiminin diğer bir örneği Koç grubudur.1964’deki amblem yarışması ile tasarıma duyarlı yönelimlerin işaretlerini veren Arçelik, 1970’lerin başından itibaren ürettiği beyaz eşyanın endüstriyel tasarımlarına eğilmiş ve iç mimari eğitimi görmüş bir grup tarafından gerçekleştirilen tasarımları üretmeye başlamıştır. Ardından Koç Holding Araştırma-Geliştirme Merkezi kurulmuş ve holding bünyesindeki çeşitli birimlere tasarım hizmeti vermek üzere Koç Ar-Ge’nin başına İngiltere’de endüstri tasarım eğitimi görmüş bir tasarımcı davet edilmiş ve Anadolu otomobilinin daha özgün tasarımları olan “Çağdaş” modeli, “Böcek” aracı, “Panter” bisikleti tasarlanmıştır.

Ayrıca Paşabahçe, ECA, Profilo, Nurmetal gibi kuruluşların da benzer etkinlikler içinde olduğu bilinmektedir.

DGSA’da Endüstri Tasarım Bölümü kurulur ve Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu ile Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu gibi eğitim kurumları endüstri tasarım programlarına yer vermeye başlar.

Ankara’da Endüstri Tasarım Bölümü kurmak için Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde seçmeli dersler açılır. 1972 yılında ODTÜ “Endüstri Tasarım Dünyası” başlıklı sergiyi açarak hem endüstriye hem de topluma ulaşmaya hedeflenmiştir. 1979 yıllında ODTÜ bünyesinde endüstri tasarım bölümü kurulmuştur.

Bu dönemdeki diğer bir sergi ise 1976’da DGSA’nın ODTÜ’de açtığı “İnsana Daha Uygun Bir Çevre için Tasarım” başlıklı öğrenci projeleri sergisidir. Bu serginin topluma ve basına yansımaları Milliyet sanat dergisinde çıkan yazılardan ve 1977 Şubat’ında çıkan Hürriyet gazetesinin Pazar ekinden takip edilebilir:
“Uydur Uydur Yap…”(Alt manşet: Avrupa taklitçiliğine paydos diyen Türk model yaratıcıları artık mektepli olarak yetişiyor ve harikalar yaratıyor).

1970’lerde başlayan bu devinim 1980 ve 1990’larda sürmüştür. Türk endüstrisi artık özgün tasarımın değerini anlamıştır. Ancak anlaşılan tasarım değerini çoğunlukla Türk tasarımcılara emanet etmektense, yabacı tasarımcılara emanet etmeyi tercih etmişlerdir. Oysa Türk tasarımcıları hem iç pazarda hem dış pazarda küresel bir dil geliştirdiği bilinmektedir. Günümüzde yurtdışında marka haline gelen Türk tasarımcılarından da söz edilebilmektedir.

Bu süreç, Türk tasarımının temel taşlarını incelenmesi ile daha iyi anlaşılır.

TÜRK TASARIMININ TEMEL TAŞLARI

Kurtuluş savaşından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti zorlu bir dönemde doğmuş ve gelişmeye başlamıştır. Ülke sanayisi, üretimi, ilk günden bu güne kadar çeşitli evrelerden geçmiştir. Bu evreler Türk tasarımının temel taşlarını oluşturmaktadır.

“I.Ulusal Mimarlık Döneminden Günümüz Mimarisine”

2. Meşrutiyet'le birlikte gelişen milliyetçilik eğilimleri mimarlıkta da yeni arayışları gündeme getirmiştir. Mimar Kemalettin ve Vedat Bey’lerin başını çektikleri akımla Türk mimarlığının yeni klasik dönemi başlar.1970'lerde sonra “Birinci Ulusal Mimarlık” adıyla anılacak olan bu akım, eski yapılardan alınan, kubbe, geniş saçak, sütun, sivri kemer, mukarnaslı başlık, çini kaplamalar gibi mimari öğeleri sivil mimarlığa uygulamaya çalışmıştır.

Kısacası Selçuklu-Osmanlı öğelerinden yararlanarak yeni bir mimarlık akımı yaratılmaya çalışılmıştır. Bu akım Cumhuriyetin yenilikçi ve devrimci ruhuyla bağdaşmamaktaydı.

Mimar Kemalettin Bey- İstanbul'da 4. Vakıf Hanı'nı- Bostancı ve Bebek Camileri ile Tarlabaşı'ndaki Kemer Hatun Camisi'ni- Lâleli Tayyare apartmanlarını (bugünkü Merit Antik Oteli), Mimar Vedat Bey II. TBMM Binasını- Sirkeci’deki Büyük Postaneyi- Karaköy'de bugünkü Denizcilik İşletmeleri binasını- Haydarpaşa Vapur İskelesini tasarlamış ve yapmıştır.

Birinci Ulusal Mimarlık, yeni teknolojiye ayak uydurmaktan ve çağın gereksinmelerine yanıt vermekten uzak, seçmeci, biçimsel, duygusal, akademik bir akım olarak kalmıştır.

Yeni yapılara gereksim duyulmasından dolayı 1927'den sonra yeniden yabancı mimarların hakim olduğu yeni bir döneme girilir. Clemens Holzmeister, Ernst Egli, Theodor Jost, Hermann Jansen, Martin Wagner, Martin Elsaesser, Bruno Taut, R. Oerley gibi mimarlar eğitici, danışman, plancı, uygulayıcı olarak üstlendikleri görevlerle genç Cumhuriyet'in mimarlığını kişisel eğilimleri doğrultusunda etkilemişlerdir. Bu dönemde daha çok, Orta Avrupa-Viyana ekolünden ithal edilen anıtsal, klasik biçimciliğe dayalı, yeni klasikçilik Türkiye mimarlığına egemen olmuştur. Devletin ideolojik düşüncesi doğrultusunda anıtsal yapılar inşa edilmiştir. Bu dönemde, C. Holzmeister Ankara'da Millî Savunma Bakanlığı- Genelkurmay Başkanlığı- Orduevi- Harp Okulu- Cumhurbaşkanlığı Köşkü- Merkez Bankası- İçişleri Bakanlığı- Ticaret Bakanlığı- Yargıtay- Emlak Bankası- Avusturya Büyükelçiliği binalarını yapmış- 1938'de de TBMM proje yarışmasını kazanmıştır. T. Jost Sağlık Bakanlığı binası- E. Egli Musiki Muallim Mektebi- Sayıştay ve İsmet Paşa Kız Enstitüsü binalarını- B. Taut ise Ankara'da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi binasını yapmıştır.

Batıda Bauhaus ve CIAM çerçevesinde gelişen ilerici düşünceler Türkiye'yi de etkilemiştir. 1930'larda bazı Türk mimarlar uluslararası üslup doğrultusunda kübizme ve betonarmeye dayalı yeni mimari yapıların örneklerini vermiştir. Ankara Sergievi-Şevki Balmumcu, İstanbul Üniversitesi Gözlemevi-Arif Hikmet Holtay, Florya Deniz Köşkü- Seyfi Arkan, Taksim Belediye Gazinosu-Rüknettin Güney, bu dönemin dikkate değer yapıları olarak ön plana çıkmaktadır.

1930–1940’dan sonra, 1927'den beri süregelen yabancı mimar egemenliğine tepki olarak doğan öze dönme çabalarının yanı sıra, Avrupa’daki faşist ve nasyonal sosyalist ortamın düşüncelerinden beslenen “Millî Mimari” akımı başlar. Bu akım yeni bir ulusal mimarlık yaratmak amacına yönelerek 1939–1950 yılları arasında Türk mimarlığını etkisi altına almıştır. Önceleri “Milli Mimari”, sonraları “İkinci Ulusal Mimarlık” adıyla anılan akım, ulusal mimarlık öğelerinin bulunup, kullanılmasına dayanan bir üsluptur. İnşa edilen yapılardaki mimari öğeler, Birinci Ulusal Mimarlıktaki gibi dinsel yapılardan alınan öğeler değil, geçmişteki sivil yapılardan alınan öğelerden yararlanılarak, daha sade bir şekilde uygulanmıştır. Bu akım 1950'li yıllara kadar sürmüş, dönemin yeni teknolojisine ve gereksinmelerine, kısacası çağdaş mimarlık anlayışına ayak uyduramayarak sona ermiştir. 1939 yılındaki Uluslararası New York Sergisindetasarlanan Türkiye Pavyonu- Sedad H. Eldem, Anıtkabir- Emin Onat- Orhan Arda, İ. Ü. Fen ve Edebiyat Fakültesi binaları ile Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi- E. Onat- Sedad H. Eldem, Çanakkale Zafer Anıtı- Doğan Erginbaş, İstanbul Radyoevi- İsmail Utkular- Doğan Erginbaş- Ömer Günay, Şişli Camisi- Vasfi Egeli yapmıştır. Aynı zamanda bu yapılar akımın dikkate değer örneklerindendir.

1950'lere gelindiğinde Türk mimarlığı, Avrupa ve ABD'de giderek yaygınlaşan, modern mimarlığın etkisi altında çeşitli ürünler verecektir. İstanbul Belediye Sarayı- Nevzat Erol, İstanbul Hilton Oteli- SOM ve Sedad H. Eldem, Büyükada Anadolu Kulübü- Turgut Cansever- Abdurrahman Hancı, Brüksel Dünya Sergisindeki Türkiye Pavyonu- Muhlis Türkmen, Utarit İzgi, Hamdi Şensoy, İlhan Türegün, Kızılay-Emek gökdeleni- Enver Tokay. Bu yapılar dönemin örnekleri arasındadır.

Türkiye'de, 1960'tan sonraki düşünsel gelişmeye paralel olarak bir tartışma ortamı doğmuş, tasarım ve uygulamalarda özgün kimlik ve yerel-çevresel değerlere önem veren denemelerden daha çok, Batı kaynaklı akımlara uygun yaklaşımlar görülmüştür. Modern mimarlık görünüm olarak Türkiye'ye gelmişti ama teknolojik altyapı henüz yeterli seviyeye ulaşamamıştı. 1960'lar rasyonalizmden uzaklaşma, gevşeme, parçalı form arayışları dönemi olmuştur.
1960–1970 döneminin dikkate değer yapıları arasında, İstanbul Vakıflar Oteli Bugünkü Ceylan Intercontinental- AHE, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı- Doğan Tekeli- Sami Sisa- Metin Hepgüler’in eserleri sayılabilir. Bu dönemde modern mimarlığı yerel verilerle bağdaştırma yolunda rasyonalizm arayışları yoğunlaşmıştır.

1970'lerden başlayarak, modern sonrası ve dış etkilere dayalı çoğulculuk (plüralizm) örneklerinin yaygınlaştığı görülür. 1970'lerde batıda yaygınlaşan Postmodernizm, 1980–1990 arasında Türkiye'de de etkili olmaya başlamıştı. Geç Modernizm, Postmodernizm, Dekonstrüktivizm gibi batı kökenli akımların etkisinde yapılar inşa eden mimarlar olmuştur.

Son yıllarda, küreselleşmenin olumsuz etkileriyle mimarlık, dış ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de etik değerlerin aşınmaya uğraması nedeniyle başta turizm yapıları olmak üzere, pek çok alanda her şeyin bilinçli-bilinçsiz denendiği bir kargaşaya sürüklenmiştir. Genelde, ülke çapında yaygınlık kazanan kültürel yozlaşma, ülke mimarlık sanatının kendisini göstermesinin önündeki en önemli engel olarak durmaktadır. Artık kent mimari kimliği içerisinde gökdelenler ve gecekondular doğal sınırlar olmadan birlikte yükselmekte ve tanımlanması güç bir hiyerarşik yapılaşmanın oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Son dönem mimari yapı örnekleri arasında Türk Dil Kurumu- Cengiz Bektaş, Atatürk Kitaplığı- Sedad Hakkı Eldem, Golf Kulübü Tesisleri- Şevki Vanlı, Türk Japon Vakfı Sitesi- Coşkun Erkal- Filiz Erkal, İş Bankası Genel Müdürlüğü- Doğan Tekeli- Sami Sisa, Metrocity İş ve Alışveriş Merkezi-Doğan Tekeli, Sami Sisa’nın eserleri yer almaktadır.

“Mimari Proje Yarışmaları”

1932’de yabancı mimarların etkin olduğu dönem de Türk mimarlar yapı üretiminde rol sahibi olmak amacıyla çeşitli mimari proje yarışmalarına katılıyorlardı.
1954’de Mimarlar Odası’nın kurulması ile Yarışmalar Yönetmeliği hazırlandı ve yarışma projeleri, mimarlık bürolarının öncelikli işi haline geldi.

1960–1970 yıllarında çok sayıda önemli proje, yarışma yoluyla doğdu.

1980’deki yarışmalar askeri darbe ile sekteye uğrayarak, mimarlık dünyası olumsuz yönde etkilendi ve sivil üstünlük etkisiz hale getirildi.


1926 “İlk Modern Mesaj”

Cumhuriyet tarihinin ilk gezici tasarım sergisi gerçekleştirildi ve Cumhuriyet tarihinin ilk modern mesajı olarak, Avrupa’da bu sergi yankı buldu.


1927 ”Afiş Atölyesi”

Türkiye’de çağdaş anlamdaki grafik tasarımının ilk örneği Almanya’da eğitim gören İhap Hulusi Görey tarafından verilmiştir. Görey, Tekel ve Milli Piyango kuruluşu için yaptığı afiş tasarımları hala akıllardadır. Görey 1927’de, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde akademisyen Weber yönetiminde bir afiş atölyesi kurumuştur. Bu afiş atölyesi 1950’lerin sonuna doğru Grafik Bölümüne dönüştürülmüştür.

Kenan Temizan bu dönemde çalışmalarıyla uluslararası alanda ses getiren diğer bir Türk tasarımcısıdır. Almanya’da eğitim gören tasarımcı, Ufa ve Tobis gibi Alman film yapım şirketlerinin film tanıtım afişlerini figüratif bir anlayışla tasarlamıştır.

1950’lerde Fransız afişlerindeki estetiği benimseyen Türk tasarımcıları bu görsel anlatım yaklaşımını kendi yetenekleri ile yoğurarak başarılı çalışmalara imza atmışlardır.

1960’larda baskı tekniğindeki gelişmeler ve özel sektörün desteği grafik tasarımcı talebinin artmasına yol açtı. Bu dönemde özellikle Doğu Blok’unun görsel anlatım yaklaşımını benimseyen Yurdaer Altıntaş ve Mengü Ertel gibi tasarımcılar Türk grafik yaşantısına yeni bir soluk getirmiştir. Her iki tasarımcı da tiyatro afiş konusundaki öncü çalışmalarıyla Türkiye’deki tasarımın çağdaşlaşma çabasında önemli rol oynamışlardır. 1965’te “NOVUM Gebrauchsgraphik” adlı Alman grafik tasarım dergisinde Altıntaş’ın çalışmalarının yayımlanmasından sonra, uluslararası sanat çevrelerinin dikkatini çeken Türk tasarımcılar, çeşitli koleksiyon ve arşivlere girmişlerdir.

Türkiye’de grafik konusundaki ilk örgütlenme çalışmaları 1968’de Grafik Sanatçılar Derneği’nin kurulması ile başlamıştır.1970’de kapanan dernek 1978’de Grafik tasarımın gelişmesi, tasarımcıların bir araya gelmesi ve haklarının korunması amacıyla Grafikerler Meslek Kuruluşu olarak yeniden kurulmuştur.
Kuruluşundan bu yana gerçekleştirdiği etkinliklerle tasarımcıları sanayicilerle buluşturan ve her yıl düzenlediği Grafik Ürünler Sergisi'nde, o yıl içinde üretilen grafik ürünleri sergileyen ve onları ödüllendiren GMK, 1993 yılından beri Uluslararası Grafik Tasarım Dernekleri Konseyi - ICOGRADA (International Council of Graphic Design Associations)'nın da üyesidir.

1990’lardaki çalışmalarında kesip yırtarak oluşturduğu elemanlardan yararlanarak, rastlantısal ve planlı tasarımın ortak niteliklerini bir araya getiren Sadık Karamustafa 1993’te Altıntaş’tan sonra “GMK” başkanı olmuştur.

1990’larda Türkiye’deki grafik tasarım alanında ulusal ve kişisel tasarımcı kimliklerinin yerine, ortak teknolojileri kullanan uluslararası bir üslubun benimsendiği anlaşılmaktadır.

1928 “Güzel Sanatlar Akademisi”

Mimar Sinan Üniversitesi; Sanat Tarihçisi, Arkeolog, Müzeci, Ressam Osman Hamdi Bey tarafından 1882’de Sanayi-i Nefise Mektebi adıyla kuruldu ve 2 Mart 1883’de öğretime başladı.

Ülkemizin ilk sanat ve mimarlık yüksek okulu olan kurum, 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi adını aldı ve böylece ülkemizde “Akademi” unvanını alan ilk yükseköğretim kurumu oldu.1982’de Mimar Sinan Üniversitesi adını aldı. Türk tasarımında öncü kişileri barındıran ve Türk tasarımının oluşumunda önemli rol oynayan bu üniversitenin adı yakın zamanda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak değiştirildi.

1929 “Yerli Malı Haftası”

Kurtuluş Savaşı ülkemizin bütün kaynaklarını tüketmişti. 24 Ekim 1929’da başlayan ekonomik kriz tüm dünyaya yayıldı. New York borsası iflas etti. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ekonomik yönden çok kötü bir durumdaydı. Sanayi kuruluşumuz hemen hemen hiç yoktu. Tarıma elverişli alanların çok azı ekilebiliyordu. Tarımla uğraşan köylüler yoksuldu. Üstelik peş peşe yaşanan savaşlar tarım yapacak genç nüfusu tüketmişti Türkiye birçok ürünün ithal edildiği bir dönemden geçiyordu. Bu yokluk günlerinde Atatürk ve arkadaşları kendi kendimize yetecek bir ekonomiye sahip olma arzusunu taşıyorlardı. Yabancı mallar yerine, kendi ürettiklerimizle yetinmenin gereğini halka anlatmak istiyorlardı.

12 Aralık 1929 günü zamanın başbakanı İsmet İnönü, Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada yerli malı kullanımının öneminden ve tutumlu olmaktan bahsetti. Okullarımız 1946 yılından itibaren 12 Aralık’la başlayan haftayı Yerli Malı Haftası olarak kutlamaya başladı. 1983 yılında bu haftanın adı Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası oldu.

1930 “Prof. Ernst Egli’nin Mobilya Tasarımları”

1930 yılında yüksek öğretimde reformlar yapılmıştı. Ünlü mimar Ernst Egli de Akademi’ye akademisyen olarak davet edilmişti. Avrupa’dan Akademi’ye akademisyen olarak getirilen ünlü yabancılar, dönemin en yeni tasarım düşüncelerini ve ürünlerini de taşıyorlardı. Ülkemizde mobilya sanayisinin olmadığı dönemde, birçok akademisyen mobilya tasarımları yaptı. Bunlardan biri Egli’nin sehpa tasarımlarıdır. Bugün bu ahşap sehpalar MSGSÜ rektörlük odasında bulunmaktadır.

1930 Türkiye’de “Devletçi Sanayileşme” “Milli Sanayi Numune Sergisi”

1930–1939 yılları arasında, Türkiye’de “Devletçilik” ve “Korumacılık” adı altında ilk sanayileşme dönemi başladı. 1930’lar dünya ekonomisinin buhran yıllarıydı ve Türkiye dışa kapanarak, devlet eliyle milli bir sanayileşmeye yönelmişti. Bu amaçla “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti” tarafından düzenlenen ilk sergi, 20 Nisan 1930 tarihinde, Başbakan İsmet İnönü tarafından, açıldı. Bu serginin hazırlıkları, özel olarak kurulan bir komite tarafından yürütülmüştü ve amaçlar ana hatlarıyla şöyle tanımlanmıştı.

“ … Bu, sergi Türk sanayini en iyi biçimde tanıtmalıdır. Sergilenecek eşyayı cemiyet toplayacak ve kendisi Ankara’ya getirecektir. Satış yapmak isteyenlere, masrafları kendilerine ait olarak pavyon verilecektir…”.

15 gün açık kalan sergi, Türk sanayisinin o tarihlerdeki sınırlı üretim gücünü bir araya toplamıştı.


“Zeki Kocamemi’nin Mobilyaları”

1930’larda Avrupa’ya eğitim için giden Türk öğrenciler, Avrupa’dan Güzel Sanatlar
Akademisine öğretim görevlisi olarak gelmeye başladı. Almanya’da öğrenimi gören Zeki Kocamemi, Türkiye’ye döndükten sonra, Güzel Sanatlar Akademisi’nde, sanatında benimsediği kübizm’i mobilyalarında da uyguluyordu, böylelikle yeni ürünler ve tasarımlar ortaya çıkardı.

Nisan 1948’de Akademinin yandığı yangından sonra Zeki Kocamemi, Akademi’nin Mobilya Atölyesinin başında bulunan Hayati Görkey’le işbirliği yaparak çeşitli mobilyalar tasarlayıp ürettiler. Zeki Kocamemi’nin kendi çalışma masası, özel büro masası, tabureler, banklar, resim sehpaları, kartotek, resim çerçeveleri, Hayati Görkey tarafından çizildiği, Zeki Kocamemi tarafından üretildiği bilinmektedir. Bütün bu ürünlere bir tasarımcı gözüyle bakılınca, 50 yıldan daha fazla bir süre boyunca kullanılan bu mobilyaların, hemen hiçbir bakım bile gerektirmeden işlevlerini sürdürebildikleri görülmektedir. Bu uzun ömrün arkasında, hem dönemin yalın tasarım düşüncesi, hem doğru bir ahşap bilgisi, hem de gerçekten doğru bir üretim sistemi olduğu bilinmektedir.

1935 “Paşabahçe Cam Fabrikası”

Bakanlar Kurulu'nun 17 Şubat 1934 tarihli kararıyla, Türk cam sanayisini kurma görevi Atatürk'ün imzaladığı kararnameyle, Türkiye İş Bankası'na verildi.
14 Ağustos 1934'te Beykoz'da İncirköy'de cam fabrikasının temeli atıldı, 4 Temmuz 1935'de ise 400 işçiyle üretime geçildi. Yeni ürünler ve tasarımlar Paşabahçe Cam Fabrikasında üretilmeye başlandı.

1936 “Endüstri Kongresi”

1936 yılında, Türkiye’de sanayinin geliştirilmesi için yoğun girişimlerinin başlatıldığı bir dönemdi. Bu düşüncenin desteği ile 1936 yılında Ankara’da Türk endüstrisinin gelişmesine katkı sağlayan Endüstri Kongresi toplandı.

1937 “Patent”

Türkiye cumhuriyetinde üretim ve sanayi ürünleri alanında 1937 yılında ilk patentler alınmaya başlandı.

1938 “Atatürk’ün Ölümü Üzerine Tasarlanan Katafalk”

Katafalk’ın sözlük anlamı; önünden geçilerek, kendisine saygı gösterilmek istenen ölünün tabutunun konulması için yapılan yüksek yer.

1939 yılında, Atatürk’ün ölümü üzerine, Dolmabahçe Sarayı’nda hazırlanan katafalkın tasarımı ve düzenlenmesi için dönemin en önemli isimleri çalışmıştı. Hayati Görkey’de bu çalışmada Akademi adına görevlendirilmiştir.

1939 “Gönüllü Yayıncılar”

Sanayinin ve üretimin yeni yüzü gazetelerde, dergilerde gönüllü yayıncılar tarafından yazılmaya başlandı ve halka sanayinin önemi anlatılmaya çalışıldı.

1940 “Yerli sanayi”

İkinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle devletin ekonomiye ve dış ticarete müdahalesi gittikçe arttı. Yurt dışından ürün getirmenin zor olduğu bir dönem’de yerli sanayinin gelişmesi desteklendi ve piyasaya yerli ürünler hâkim olamaya başladı.
1947 ”Türkiye’de Küreselleşmenin İlk Adımı”

17 Şubat 1923'te Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle İzmir İktisat Kongresi sergisi gerçekleştirildi. Bu sergi İzmir Enternasyonal Fuarı’nın temelini oluşturmaktaydı. 1935’dek İzmir 9 Eylül Panayırı’nı 311 bin kişi gezmiş ve bugünün organize uluslararası fuarının temelini oluşturmuştur. Hayati Görkey 1930’lu yıllarda gelişmeye başlayan İzmir Fuarı için çeşitli pavyonların iç düzenlemelerini yaptı.”SSCB, Almanya, İsveç, Kıbrıs gibi ülke, Karabük Demir Çelik, Sümerbank, Nestle, Gislaved, Burla Biraderler gibi firma pavyonlarını tasarladı.

İzmir Enternasyonal Fuarı UFI-Uluslararası Fuarcılık Endüstri Derneği’ne üye oldu ve uluslararası fuarlar 1947 yılından itibaren büyüyerek devam etti. Günümüzde 60’a yakın ülkeyi, 1000’in üzerindeki firmayı ve 1,5 milyonu aşkın ziyaretçiyi konuk ediyor.

1952 “İstanbul’un Fethi Filminin Art Direktörlüğü ve Dekor Tasarımları”

1952 yılında çekilen “İstanbul’un Fethi” filminin dekorlarını ve sanat yönetmenliğini Hayati Görkey üstlenmiştir. Dekor olarak öncelikle, büyük top ve surlar yapılacaktı. Alçı kalıplar kullanarak birebir ölçüde hazırladığı topu, eliyle biçimlendiren Hayati Görkey, film için bir top dökümhanesi dekoru da hazırladı.

Sur dekorlarını yapım aşaması, İstanbul surlarındaki taşlardan kalıpların alınmasıyla başladı. Gerçeğinin tam imitasyonu olan taş duvarları alçıdan dökerek, stüdyonun içinde ve dışında ahşap konstrüksiyonlar üzerine inşa etti.

O dönemin filmleri için yapılan dekorlar bu kadar gerçekçi değildi. Hayati Görkey’in, film dekoru ve sanat yönetmeni olarak çalışmaları, Akademi’deki Tiyatro Dekorları bölümünün açılmasında etkili olduğu düşünülmektedir.

1955 “Cumhurbaşkanlığı Yatı Umur’un İç Tasarımı”

Cumhurbaşkanlığı yatı “Umur”un iç tasarımı Hayati Görkey tarafından gerçekleştirildi. Bu proje’de Hayati Görkey’e, asistanı Sadun Ersin ve öğrencisi Nuri Doğan eşlik etti. Bu projenin bugün elde bulunan çizimlerinden, bu önemli yatın iç düzeninin, döneminin en yeni mobilyalarıyla donatıldığı ve Hayati Görkey’in Almanya’daki eğitiminden bu yana sürdürdüğü gibi en yalın biçimde tasarlandığı anlaşılıyor. Ayrıca 1954’de Gölcük’te bir Hücum-Takip Botu’nun iç tasarımını Hayati Görkey gerçekleştirmiştir.

1950–1965 “Kara Metal Atölyesi” ve “Galeri T ”

İlhan Koman ve Şadi Öziş, Türkiye´de ilk tasarım atölyesi olan Kara Metal Atölyesini açtılar. Akademi’de yaptıkları demir boru ve saçtan modern mobilya tasarımlarını ve lamba üretimini bu atölyede sürdürdüler. “L’Architecture D’Aujordui”nin kurucusu olan Andre Block, bu mobilya tasarımlarıyla ilgili olarak atölyeyle ilişki kurar. Paris’te açılacak bir sergi için Kara Metal Atölyesi’nden prototip gönderilmesini is¬ter.
Bu gelişmeler içinde yeni tasarımlar gerçekleştirilir. Sadi Öziş ve Şadi Çalık “Galeri T” yi kurarlar ve ilk kez metal “Profil boru” ile mobilya yapmaya başlarlar. 1960’lı yıllarda Türkiye’de henüz mobilya konusunda herhan¬gi bir yan sanayi bile bulunmadığı için Sadi Öziş sürekli yeni buluşlar yapmaktaydı. Mobilya yapımında kullanılan malzemeler hep başka amaçla üretilmişti. Örneğin Perşembe Pazarı’nda bazen fındık, bazen pirinç eleği için kullanılan delikli sac levhalardan mobilya yapıyorlardı. Elektrik kablosu üreten firmalardan, içinde tel bulun¬mayan kablolar alıyorlardı ve koltukları bu malzeme ile örüyorlardı. O güne kadar metal konstrüksiyon üzerine döşeme kaplaması hiç yapılmamıştı. Demirle ahşabı birleştirmek için özel çözümler bulunuyordu. Boya işi de başlı başına bir sorundu. Türkiye’de selülozik boya o dönemde bulunmuyordu. Boyayı kurutmak için yeterli fırında yoktu. Kuluçka makinelerinde kullanılan ısıtıcı ampullerden yüzlercesini bir araya getirip bir boya fırını yaptılar. Tüm bu olumsuz koşullara karşın, akademi çevresinin bu çalışmalara göstermiş olduğu ilgi oldukça büyüktü.

Akademi’li bir grup sanatçının öncülüğünde 1950’li yıllarda başlayan bu metal mobilya tasarımı ve üretimi, 1965 yılından sonra sona erdi. Ama bu girişim, kısa bir süre sonra meyvelerini vermeye başladı. Özellikle 1968’lerden sonra metal mobilya sanayi şaşırtıcı bir gelişim içine girmiş¬tir.

Türkiye’nin bugün olağanüstü gelişmiş olan mobilya sanayisinin ve tasarımının temel taşlarından birisi bu mobilya tasarımlardır.

1958 “Brüksel Fuarı”

1958’de Brüksel Fuarı’na katılan Akademi’li genç mimarlar Utarit İzgi, Muhlis Türkmen, Hamdi Şensoy, İlhan Türegün ödül kazanarak fuardan madalyayla döndüler.
Yeni tasarımlarıyla dikkati çeken Türk pavyonunun tasarımında ve yapımında Akademi’den çok sayıda sanatçı yer aldı. İlhan Koman, Sabri Berkel, Namık Bayık, Gevher Bozkurt, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve daha birçokları.

1960 “Modern Şehirleşme”

Türkiye modernizmin getirdiği yeniliklerle birlikte, modern topluma özgü yeni kurumları barındıran binalar, bulvar ve caddeler, demiryolları, garlar, planlı konut mahalleleri ve Ataköy gibi modern yaşam alanları kurulmaya başlandı.


1965 “Paris Dekoratif Sanatlar Sergisi”

1965 yılında, Paris Dekoratif Sanatlar Okulu Akademi’nin daveti ile Türkiye’ye gelerek İstanbul’da Akademi salonlarında çok önemli bir sergi açtı. Böyle bir dekoratif sanatlar sergisi ülkede ilk kez açıldı. Açılan sergi sonrasında bazı Türk öğrenciler Türkiye ye gelen Fransız heyeti tarafından Fransa’ya davet edildi.

1971 “Güzel Sanatlar Akademisinde UESYO” (Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu)

Türk sanayisinin kurulması için devlet öncülüğünde büyük projelerin yürütüldüğü dönemde, Akademi’ye bağlı olarak Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu (U.E.S.Y.O.) kuruldu. Bu yüksek okulda da ilk kez, Endüstri Tasarımı Bölümünün, Grafik Tasarımı Bölümü, Tekstil Tasarımı Bölümü ile birlikte açılması kabul edildi.

Bu değişimler içinde, Akademi’de de “İç Mimarlık” bölümünde değişiklik yapılarak, “İç Mimarlık ve Endüstri Tasarımı Bölümü” oluşturuldu. U.E.S.Y.O. da eğitim, daha çok mesleki uygulamaya dönüktü. Akademi’deki bölüm ise, yüksek lisans düzeyindeydi. O yıllarda, her iki bölümde, ikinci kuşak kadrolar yetişmişti. 1970’li yılların sonunda, Akademi’de büyük bir değişiklik yaşandı. Sonunda, Güzel Sanatlar Akademisi içinde Endüstri Sanatları Fakültesi kuruldu. Endüstri Tasarım Bölümü de bu fakültede yer aldı. Ayrıca bu konudaki önemli bir eksikliği tamamlamak amacıyla, büyük zorluklarla Endüstri Tasarımı Araştırma ve Yayın Enstitüsü (E.T.A.Y.E.) kuruldu.

1980’li yıllara gelindiğinde, Akademi’deki Endüstri Tasarımı Bölümü, artık üçüncü kuşak kadrolara sahip olmuştu. Ama bu arada, YÖK kurulmuş ve ülkedeki yüksek öğretim bir bütün olarak, yeniden biçimlendirilmişti. Bu biçimlendirme sırasında, bir değişiklik olmuş ve bu bölüm, Mimarlık Fakültesi yapısı içine Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü olarak alınmıştı. Aynı değişiklikle birlikte, Güzel Sanatlar Akademisi ismi değişmiş ve Mimar Sinan Üniversitesi ne dönüştürülmüştü. Akademi’ye bağlı yüksek okullar da kapanmıştı. Böylece, eski U.E.S.Y.O. ve M.Y.O öğrencileri, yeni kurulan Mimar Sinan Üniversitesi içindeki bölümlerde öğretimlerini tamamladılar.

1990’lı yıllarda, Türkiye’de büyük gelişmeler yaşandı. Türk sanayisindeki ölçekler değişmeye başladı ve ithalat kapıları açıldı ve ülkenin dışa açılması sonucunda, daha önceki yıllarda ulaşılması bile zor olan en ünlü ürünler, Türkiye’nin her yerinde bulunur duruma geldi. Artık Türkiye’de yetişen endüstri tasarımcıları, bütün dünyadaki meslektaşları ile aynı dili kullanmak zorundaydı.

Bu nedenle bölümdeki eğitim iki yönde yeniden biçimlendirildi. Bunlardan birincisi, Türkiye’deki geleneksel mirasın yeniden tasarlanması konusuna önem verilmesiydi. İkincisi ise, küresel tasarım ve ürün dili ile yakınlaşılmasıydı. Bu amaçla yeni ders ve disiplinler oluşturuldu.

Ayakkabı sanayicileri ile tasarım yarışmaları düzenlenmeye başlandı. Dört yıl üst üste sürdürülen bu yarışmalarda etkin sonuçlar alındı. Ayakkabı sektöründe, tasarımın ön plana çıkarılması sağlandı. Sonuçlar büyük bir başarı oldu.
Bu kapsamdaki girişimler arasında, ihracata dönük ambalaj tasarımı yarışması düzenlendi. Burada ödül alan tasarımcılar, yurt dışında da başarılı oldular. Türkiye’de ilk kez düzenlenen, “Designex 99 Endüstri Tasarımı Fuarı”nın hayata geçirilmesinde etkin ve yönlendirici bir rol oynandı.
M.S.Ü. Osman Hamdi Endüstri Tasarımı Onur Ödülleri, düzenlendi. “Desingnex 99” kapsamında, Türkiye’de 1960–1999 yılları arasında tasarımda öncü olan kuruluşlara onur ödülleri verildi.


1973 “Tasarlamaya Bilimsel Yaklaşım”

1973’de İTÜ’de Tasarlama Yöntemleri Kürsüsü kurulması ile Türkiye’de tasarlamaya yönelik bilimsel yaklaşımlar ilk kez resmi bir nitelik kazandı. Aynı kürsü tarafından 1978’de Türkiye’deki mimarlıkta ilk tasarlama, uluslar arası kongresi olan, “Architectural Design: Interrelations Among Theotyı Research And Proctice” (Mimarlıkta Tasarlama: Kuram, Araştırma ve Uygulama Arasındaki Karşılıklı İlişkiler) düzenlenmiştir. Çeşitli disiplinlerin yer aldığı bu kongrenin ardından 1982’de aynı fakülte’de daha geniş kapsamlı olarak “I.Ulusal Tasarlama Kongresi” gerçekleştirilmiştir.

1979 “Endüstri Tasarım Derneği”

Türkiye'de Endüstri Tasarımı alanındaki ilk dernek 1979 yılında kuruldu.


1980 “İlk Tasarım Ödülü”

1980 yılın da, “Osman Hamdi Sanat Ödülü” Endüstri Tasarımı alanında verildi. Endüstri Tasarımı Bölümü’nün girişimiyle düzenlenen bu önemli olay, dönemin sanayi bakanının katılımıyla gerçekleşti. Bu ödüle en büyük sanayi kuruluşları, tasarımlarıyla katıldı. Sonuçta, başta Koç, Eczacıbaşı, Profilo olmak üzere, dönemin tasarım çalışmalarında en etkin kuruluşları tasarım ödülleri kazanmıştı. Bu Türk sanayi kuruluşlarındaki başarılı çalışmalara verilen ilk Endüstri Tasarımı Ödülü olmuştur.


1981–1984 “Karayolları ve Köprü Gişeleri”

Oto ekspres yollar için hazırlanan Ücret Toplama Gişeleri, Denetim Masaları ve Çevre Sistemi için, Prof. Önder Küçükerman tasarım çalışmalarına 1981 yılında başladı. 1984 yılı sonlarında tasarımların üretimi gerçekleştirilmiştir.

Otoyol gişeleri ve Denetim masaları sistemi, otoyollar¬da bir şehir mobilyası olarak kullanıl¬mak üzere özellikle tasarlanmıştır. Artık bu sistem bir yönüyle taşıt aracı gibidir, ama diğer yönüyle de Otoyol içinde bir şehir mobilyası’dır. Bu sistem, Anadolu’nun pek çok değişik böl¬gesinde de, bu temel biçimiyle uygulanacaktır.


1989 “ETMK”

ETMK 1989’da yeni mezun bir grup tasarımcı tarafından Ankara’da kurulmuş dernek statüsünde bir sivil toplum örgütüdür. Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu 1998 yılında İstanbul şubesini açmış ve bugün yurtiçi ve yurtdışından üyeleri ile tasarım mesleğini Türkiye’de tanıtmak, tasarımcıların meslek haklarını korumak, tasarımcı – üretici – kullanıcı işbirliğini geliştirmek için çalışan tek mesleki örgüttür.


1994 “İlk Ürün Tasarım Sergisi”

Türkiye’de ürün tasarımının geldiği noktayı daha geniş kitlelere aktarmak ve geleceğin tasarımını sorgulamak amacıyla Türkiye’deki ilk ürün tasarımı sergisi, Designers’ Odyssey ’94, ETMK tarafından düzenlemiştir. Bu ilk organizasyonu takiben 1996 ETMK, Mobilya Tasarım Sergisi, Desinger’s Oddysey ’98 Ürün Tasarım Sergileri ile yoluna devam eden ETMK, günümüzde birçok sergi ve organizasyona aktif olark katılmaktadır.
ETMK Designer’s Odyssey ’98 Sergisi beraberinde yurtdışından 14 Türkiye’den 12 konuşmacının katıldığı Uluslararası Ürün Tasarım Seminerini düzenledi. Türkiye’de ve dünya’da ürün tasarımının bugünü ve yarını konulu panel’in yanı sıra, Yeni endüstrileşen ülkelerde küresel tasarım anlayışı karşısında yerel tasarım kimliği sorunsalı ve profesyonel tasarımcılar tasarım anlayışlarını ve fikirlerini sunduğu seminerler 1998 tarihinde gerçekleşti.

2002 ”Uluslararası Tasarım Tarihi ve Tasarım Çalışmaları Konferansı”

1999 yılından bu yana düzenlenen Uluslararası Tasarım Tarihi ve Tasarım Çalışmaları Konferansı'nın üçüncüsü 2002 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirildi. "Mind the Map: Design History Beyond Borders" temalı konferansta tasarım konusunun Anglo-Sakson dünyasında tartışılıp belli bir noktaya ulaşıldığını, ancak tasarım tarihinin hala yerel, bölgesel ve çevresel açılardan zenginleştirilmesi gereken yanlarının olduğuna dikkat çekildi. Konferansın ana başlıkları yerel, bölgesel ve ulusal tasarım tarihi, küresel tasarım tarihi, tasarım uygulaması, tasarım tarihçiliği, tasarım tarihi kuramlarıydı.


2004 “4–T Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu”

1998 yılında Japonya’da kurulan Tasarım Tarihi Forumu-Design History Forum tasarımcıları, tarihçileri, felsefecileri, küratörleri, öğrencileri, akademisyenleri ve konuyla ilgilenen herkesi bir araya getiren bir organizasyondur. Her toplumun kendi tasarım kültürü olduğu düşüncesinden yola çıkarak, tasarım tarihi platformunun oluşturulması hedeflendi.

4-T, Türkiye’de tasarım tarihi üzerine çalışan kişileri bir araya getirmek, ortak projeler geliştirmek, çalışma alanları belirlemek ve bu konularda araştırma ve yayın yapmak gibi amaçlar doğrultusunda oluşturulmuştur. Online Journal of Design History and Philosophy Türkiye ile bağlantı oluşturmak amacıyla, Osaka Üniversitesinden Prof. Haruhiko Fujita Türkiye ziyaret etti. Çeşitli üniversitelerden akademisyenlerin katılımıyla, 2004’de Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu İzmir Ekonomi Üniversitesinde ilk faaliyetini gerçekleştirdi.


2004 “ADesign Fair’den İstanbul Design Week’e”

ADesign Fair - İstanbul Uluslararası tasarım buluşması 2003'te Tasarım İktidara sloganıyla Lütfi Kırdar'da, 2004'te From Turkish Delight to Turkish Design sloganıyla Hilton Convention Center, Askeri Müze'de ayrıca Beyoğlu ve Sultanahmet’te kenti ve kültürü temel alan tasarım etkinlikleriyle gerçekleştirildi.

2005 yılında Fuar formatından farklılaşıp, ADesign Fair’den istanbul Design Week’e dönüşerek İstanbul Tasarım Haftası adı altında daha kapsamlı bir platforma taşındı. İstanbul tasarım haftası, İstanbul’u uluslararası tasarım kenti olarak konumlamak, yurtdışındaki firma ve tasarımcıları çekerek yaratıcı bir platform yaratmak, kenti tasarım nesnesi olarak ele alıp dünyaya sunmak, İstanbul’u yaratıcılığın ateşlendiği bir cazibe üssü haline getirmek, sanayici ile tasarımcıyı buluşturmak, çok yönlü medya iletişimi ile tasarımı, kamuoyu gündemine taşımak gibi misyonları üstlenmiştir.

50 bin kişinin ziyaret ettiği idw05 den sonra 2006 yılında Hürriyet gazetesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve dDf'in ortaklığında a future for design? (Tasarımın geleeği?) başlığı altında gerçekleştirilen idw06 gençlik, yaratıcılık ve dinamizm üçgeni içinde, endüstriyel tasarımdan, moda tasarımına, mimari tasarımdan teknolojik tasarıma kadar birçok ürün, Balat'taki eski Galata Köprüsü üzerine kurulu alanda sergilendi.

İstanbul Design Week, profesyonel ve genç tasarımcıların kendilerini ifade edebilecekleri uluslararası bir platform sunmanın yanı sıra, Türk endüstriyel tasarım kimliğinin oluşmasında da önemli rol oynamaktadır.
Tasarım dünyasında, Türk tasarımcıların söz sahibi olması için uluslararası bir köprü oluşturan idw, Türk tasarım tarihi var olduğu süre içinde her zaman İstanbul’da yer alacaktır.


“Heykel ve Tasarım”

Türk heykelinin 15 büyük imzasının buluştuğu en kapsamlı heykel sergisi 2005 yılında İstanbul Modern Sanatlar Müzesinde “Modern Heykel-Bellek ve Ölçek” adı altında açıldı. 1950’li yıllarda görülen Türk heykel sanatının 50 yıllık serüvenine farklı kuşaklardan sanatçıların eserleriyle ışık tutan sergi önemli Türk sanatçılarının eserleri yer aldı.
Ali Hadi Bara (1906–1971), Zühtü Müridoğlu (1906–1992), Şadi ÇalIk (1917–1984), İlhan Koman (1923–1986), Kuzgun Acar (1928-1976), Ali Teoman Germaner (1934), Saim Bugay (1934), Mehmet Aksoy (1939), Seyhun Topuz (1942), Meriç HIzal (1943), Ferit Özşen (1943), Koray Ariş (1944), Osman Dinç (1948), Azade Köker (1949), Rahmi Aksungur (1955) gibi heykel santçıların heykel sanatını, kütle-mekân-form ilişkisi bağlamında algılayıp, modern çözümlemeler getiren 119 eser yer aldı. Sergi Türk heykel sanatının başlangıç evresindeki soyut-inşacı gelenekten, tasarım fikrinin öne çıktığı uygulamalara, malzeme tercihlerinin çeşitliliğine kadar geniş bir perspektifte heykeli sorguladı.

İlk soyut çalışmalarını 1950'den sonra yapmaya başlayan Zühtü Müridoğlu, Önceleri doğal biçimleri stilize bir anlayışla heykel ve kabartmalara uygularken, 1950'lerin ortalarında geometrik soyut tasarımlara yöneldi ve heykel alanında ki bu anlayışın Türkiye'deki ilk temsilcilerinden biri oldu. 1953'te Londra Çağdaş Sanatçılar Enstitüsü tarafından düzenlenen uluslararası heykel yarışmasında "Bilinmeyen Siyasi Esir" adlı heykel tasarımıyla ödül kazandı. Anıtkabir’in büyük merdiveninin batı yanındaki “Başkomutan Meydan Muharebesi Konulu” Kabartma ve tasarımını 1953 yılında Zühtü Müridoğlu yapmıştır.

Mekân ve kütle ilişkisini, simgesel bir teklik ve bütünlük kavramıyla özümlemek Şadi Çalık´a özgü bir duyuştur. Özellikle anıtlarında görülen bu tavır sanki sembol kavramının yeni bir tanımıdır.
1966´da Türkiye´de ilk çağdaş heykel anlamındaki anıt olan ODTÜ Atatürk Anıtı’nı ve 1968´de Mimar Behruz Çinici´nin tasarladığı ODTÜ Üçlü Anfisi için Türkiye´de ilk kez mimari içinde yer alan soyut plastik olan “Soyut Heykel”i tasarladı ve uyguladı. Galatasaray 50.Yıl Anıtı, alanın ortasında göğe yükselen bir ok gibi, kalkınma ve ilerlemenin simgesi olmuş, üç kuşak İstanbullunun tanıdığı bir anıttır.


İlhan Koman “Bir nesnenin sanat olması için, has, öz, gerçek olması gerekir. Sanatta tek ölçü budur. Sanatın kopya, özenti, taklit olmayan, kendi kendine bir olay olması gerekir. Bu, küçük veya büyük de olur, obje de eşya da olur, figüratif veya non-figüratif de olur. Bütün sorun tek ve gerçek olmasıdır” gerçek sanat eseri için söylediği bu söz, tasarımcının izlemesi gereken yolun özeti gibidir. Anıtkabir’de büyük merdivenlerin doğu yanında yer alan Sakarya Meydan Muhaberesi kabartmasının tasarımı ve yapımı İlhan Koman tarafından gerçekleştirilmiştir. 1967’de Sundsvall’daki meydan düzenlenmesi yarışmasında birincilik ödülü aldığı tasarımını 1971’de uyguladı.1970’de Stockholm’da Leonardo Anıtı adlı yapıtı, Örebro belediye binasının önüne konacak heykel yarışmasında, tasarımıyla mimar Çetin Kanara ile birincilik ödülüne değer görüldü. Evrensel sanatçı kişiliği ile çağdaş sanata önemli katkıları olan Koman, yeni arayışlara yöneldi ve eserlerinde Geometrik-Soyut anlayışı benimsedi ve geometrik biçimler üzerinde deneysel çalışmalar yaptı ve sonsuz adlı bir dizi heykel gerçekleştirdi. Sarmal bir düzenleme ile dinamik bir kurgu oluşturdu.1980’de metal çubukları birbirine vidalayarak, antik Nike heykellerini anımsatan bir dizi anıtsal heykel tasarımı yaptı ve bu tasarımlardan biri ünlü “Akdeniz” heykelidir.


1961’de Prof. Şadi Çalık Atölyesi’nde taşa hayat vermeyi öğrenen Mehmet Aksoy, tasarımlarını sosyal düşüncelerden ve dönemin yankı uyandıran gerçeklerinden etkilenerek evrensel ve toplumsal tema içinde, insan duygularını ve durumlarını anıtsal bir şekilde anlatmıştır.1983 yılında “12Eylül” adlı yapıtını tasarlarken bir bakıma dönemin ruhunu taşa yansıtmıştır.1995–1998 yıllarında “Selçuk Kurtuluş Yolu Anıtı” yapılış aşamasındayken, güneşin hareketini ve yeryüzüne düşüş açısını hesaplamış ve 26 ağustos saat 12.30'da, yani yunan cephesinin Türk büyük taarruzu sonucunda yarıldığı saatte, anıtın gölgesini, Atatürk'ün profilden görünümü şeklinde düşmesini sağlayarak ilginç bir tasarım gerçekleştirmiştir.1999 yılında yaptığı ”Kayıp Analar” isimli eserini İstanbul’da Galatasaray Meydanında, kayıp olan evlatları için toplanan, Cumartesi Annelerinden etkilenerek tasarlamıştır.


2006 “Moda Tasarımcıları Derneği”

Farklı disiplinlerde yer alan 40 kişi bir araya gelerek, bireysel çabaların ortak sinerjiye dönüştürüldüğü, ortak akılla 2006 yılında, Türkiye’de moda tasarım sektörünün, dünya moda akımlarının oluşumunda belirleyici bir ekol olması için Moda Tasarımcılar Derneğini kurdular.
Tasarıma önem veren ülkelerin sektör lideri ve eğilim belirleyici oldukları bilinmektedir, güç birliği yapan moda tasarımcılarımızın, moda dünyasında yaratacağı farkın da o denli somut olacağı bu dernekle gün ışığına çıkmıştır.
Güçlü bir tekstil altyapısına ve üretimde dünya markası olmuş bir giyim sanayisine sahip bir ülke olarak, markalaşma yönündeki çabaların, küresel gelişmeleri yakından izleyen, özgün duruşuyla farklılaşan tasarım gücümüz ile artık dünya markaları çıkaracak potansiyele sahip olduğunun bilincine varılmıştır.
Derneğin kurulmasıyla, Türk moda sektörüne yeni bir soluk gelmiştir. Dernek; tasarımcıları, ulusal ve uluslar arası disiplinler ile tasarım paydasında buluşturarak yenilikçi etkinlikler düzenlemek, Türk moda sektörünün bilgi bankasını oluşturmak, moda tasarımcılarının teşvik edilmesine yönelik lobi faaliyetleri yapmak, marka ve tescil konularında yönlendirici olmak, üniversite ve enstitülerin moda tasarım bölümleri ve özel eğitim kurumlarıyla ortak seminerler, workshop’lar ve staj programları düzenleyerek genç tasarımcıların kişisel ve mesleki gelişimlerine katkıda bulunmak, Türkiye’nin yerel değerlerine tasarım desteği vererek özgün ve pazarlanabilir ürünlerin gelişimine katkıda bulunmak amacıyla, çeşitli faaliyetler göstermektedir.


Sonuç olarak, gerçekleştirilecek birçok fuar, etkinlik, sergi, seminer, panel, konferans, yarışma ve ödüller tasarım tarihimizin temeline, bir taş daha ekleyecek ve özgün tasarım üslubumuzun gelişmesine katkı sağlayacak.



TÜRK TASARIM TARİHİNİN GELECEĞİ


Türk tasarım kimliğinin oluşum sürecinde önemli adımlar atılıyor. Türk tasarımının geleceği, tasarım dünyasıyla bütünleşmiş hale gelebilen konferanslarla, tasarım haftalarıyla, fuarlarla, yarışmalarla, tasarımcıyı ve sanayiciyi buluşturan sektörel platformlar aracılığıyla geniş bir konjeksiyon’da şekilleniyor.

Türkiye’de tasarımın parlak bir noktaya gelebilmesi teknolojiyi, malzemeyi, küresel pazarı ve kendi kültürünü iyi bilen, değişik kültürler yaratabilen, üretici ile tüketici arasında rol üstlenen tasarımcılar sayesinde olacak. Tasarımcıları parlak bir noktaya getirebilmek için firmalar, araştırma, geliştirme faaliyetlerine, üniversitelere ve tasarımcılara yatırım yapmak zorundadır.

Şu anda dünyada tasarım adına, en çok heyecan duyan, en atılgan, yırtıcı potansiyele sahip olan ülke Türkiye, bu potansiyel duruş artık bir kıvılcımla harekete geçmek zorundadır.
Türkiye’nin tasarım dünyasının neresinde olmasına karar verecek olan tüketici eğilimlerini çözümleyen, tasarımcılar yeni bakış açıları ile Türk tasarımını çok önemli noktalara taşıyarak, tasarım markaları ortaya çıkaracaklar. Hedef, gelecekte teknoloji, deneyim, tasarım üçgeninde yeni ve kalıcı bir Türk ekolü yaratmaktır. Bu hedefi gerçekleştirmeye çalışan, Türk tasarımına yön veren tasarımcıların bir kaçı şunlardır.

İlk kez gerçekleştirilen İstanbul Moda Günleri'nde "1999 Moda Ödülleri" kapsamında "En İyi Tasarımcı" seçilerek ödüllendirilen, Paris'te düzenlenen Premier Vision Fuarı'nda 2000–2001 kış koleksiyonu DuPont stadında sergilenerek ismini ve koleksiyonunu Premier Vision'a taşıyan ilk Türk dizaynırı olan Bahar Korçan.

1999’dan beri dünyanın dört bir yanına mobilya ihraç eden, yalın tarzlarıyla fark yaratarak, tasarımlarıyla dünya markası haline gelen Azizi Sariyer ve Derin Sariyer.

Masa üzeri ve ev aksesuarları, mutfak eşyaları, banyo, aydınlatma, promosyon ürünleri, cam ve plastik ambalaj, gibi çok farklı alanlarda tasarım ve üretim yapan Oya Akman.

Hollywood'un ünlü filmleri için tasarladığı afişlerle film yapımcılarının gözdesi olan, sinema reklâmcılığının Oscar'ı sayılan Key Art ödülünü iki kez üst üste kazanan, Altın Portakal Film Festivali, Uluslararası Avrasya Film Festivali ve Avrasya Film Market'in afişlerinin tasarımını yapan Emrah Yücel.

Mekânlara adeta teatral bir görünüm veren, post-modern stili adeta imzası haline getiren Mimar Eren Yorulmazer.

Tuval resmi, duvar resmi, fonksiyonel sanat, fotoğraf, baskı, tasarım, dekorasyon dallarında üretim yapan Yiğit Yazıcı.

İngiltere'de iki yıl üst üste "Yılın Tasarımcısı" ödülüne layık görülen, gerçekleştirdiği projelerde moda tasarımı ve çağdaş sanat arasındaki sınırları yok eden, sıra dışı tasarımlarıyla dünyanın en ünlü tasarımcılardan biri kabul edilen Hüseyin Çağlayan.

2002’de tasarım Oscar’ı sayılan Andrew Martin İç Mimarlık Yarışmasında “En İyi Tasarımcı” ödülünü alan.“Boğaz'a Bakan Ev” isimli çalışmasıyla İngiltere'nin tasarım Oscar'ı sayılan “2005 Tasarım ve Dekorasyon Ödülü”nü kazanan İç mimar ve tasarımcı Zeynep Fadıllıoğlu.

Ayrıca farklı disiplinlerden birçok tasarımcı, sanatçı, üretici güç birliği ile ihtiyaç duyulan kıvılcımı, aleve çevirecekler, böylelikle Türk tasarım kavramı ve ekolü ortaya çıkacak.


2010 “İstanbul Kültür Başkenti ve idw”

Avrupa Kültür Başkenti fikri ilk kez 1985 yılında dönemin Yunanistan Kültür Bakanı Melina Mercouri tarafından ortaya atıldı. Aynı yıl Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi projenin kapsamını belirledi ve uygulamaya koydu. 1985'ten 2000 yılına kadar Avrupa Birliği'ne üye olan ülkelerin kentlerinden biri Avrupa Kültür Başkenti olarak seçildi.

2000 yılına gelindiğinde, yeni binyıl nedeniyle Avrupa Kültür Başkenti unvanı hem birden fazla kente, hem de AB adayı olan ülkelerin kentlerine verilmeye başlandı. Bu kararla İstanbul, 2010 yılı için Avrupa Kültür Başkenti adayı olarak başvurma şansını yakaladı. Aynı yıl 13 sivil toplum kuruluşundan oluşan Girişim Grubu çalışmalarına başladı. Kentin kültür ve sanat insanları, akademisyenler, yöneticiler ve yeni STK temsilcilerinin katılımıyla genişleyen girişim grubu, Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Valiliği, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın da desteklerini alarak İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilmesi için ortak bir dosya hazırladı.

"İstanbul: 4 Elementin Kenti" (“İstanbul - A City of the Four Elements”) başlıklı dosya 13 Aralık 2005'te, Brüksel'de Avrupa Konseyi'nin Eğitim ve Kültür Genel Müdürlüğü'ne sunuldu.

İstanbul, yüz binlerce yıllık tarihinde, üç büyük imparatorluğun başkenti, üç semavi dinin, birçok medeniyetin buluşma noktası ve en önemlisi çağlar boyunca birlikte yaşam kültürünün hayat bulduğu bir kent. Bu nedenle yaşamın sırlarını simgeleyen 4 elementi bu kentin özellikleriyle birleştirildi ve projeler Toprak, Hava, Su ve Ateş elementleriyle temsil edildi.
2010 yılı kültür başkenti seçilen İstanbul'un dünyanın yeni tasarım merkezi olarak önemli bir rol üstleneceği görülmektedir.

2010 Kültür Başkenti İstanbul’ projesi kapsamında yer alan etkinliklerden biri olan İstanbul Tasarım Haftası dünyaca ünlü tasarımcıların yanı sıra, Türk tasarımının çağdaş yüzünü temsil eden firmalar ile bağımsız katılımcılara ev sahipliği yapacak ve idw kapsamında çok sayıda konferans, panel, seminer, workshop, yarışma ve tasarım sergileri yer alacak.
Bu sene idw06 uluslararası olması yönünde büyük bir adım attı.2010 yılında İstanbul Avrupa kültür başkenti olduğunda, Design 2010 isimli büyük bir proje oluşturulması hedefleniyor.
Tasarımcıların tasarımlarıyla şekillenen ve tasarımcıların tasarımlarını şekillendiren İstanbul yeni projelere imza atarken, İstanbul’un adı toprak, hava, su ve ateş kadar vazgeçilmez olacak.

Sonuç olarak cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar endüstri tasarım, moda tasarım, grafik tasarım, mimari tasarım, sanatsal tasarım ve Türk sanayisi, çeşitli dönemlerden geçerek gelişim göstermiş ve bu gelişim içinde ulusal alandan uluslararası alana geçilmiştir.
Türk tasarımı 2010 yılına kadar hedefini büyüterek, Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’u tasarımın odak noktası haline getirecek ve son iki yıldır gerçekleştirilen idw, bundan sonraki yıllarda da gerçekleştireceği tasarım günleriyle, 2010 yılı Türk Tasarım Tarihini yazacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder